26 Aralık 2009

yarı hacı olduk bugün..

tahmin ettiğiniz gibi nerdeyim? konyada!dün antalyadan akşamüstü gibi çıktık daha uzun sürer diye tahmin ettiğim ant-konya yolu 3.5 saatte bitti.antalyadan çıktıktan kısa süre sonra başlayan soğuk gerçekten iç anadoluda olduğumuzu bize hissettirdi.samsun istikametinde süren yolculuğumuzu konyaya uğrayarak hem hafifletmiş olduk,hem de buradaki kuzenlerimi görme ve konyayı tanıma fırsatı buldum.konyayı daha küçük bir yer diye tahmin etmiştim.evet türkiyenin yüzölçümü açısından en büyük ili.ama gerçekten çok çok gelişmiş.şehrin bir ucundan diğer ucuna gidebilmek hakketen zor.her türlü çarşı pazar alışveriş merkezi mevcut.tabi yıllar yılı çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması da şehri bir kültür merkezi haline getirmiş.ne tarafa baksanız bir cami,külliye,medrese çıkıyor insanın karşısına.sabah itibariyle gezmeye çıktığımızda ilk istikametimiz tabi mevlana oldu.cumartesi olması sebebiyle yerli ve yabancı tursitlerin akınına uğramış olan mevlanayı gezdik.mevlananın ve çeşitli evliyaların sandukaları arasında gezerken çeride çalınan ney müziğiyle huzura kavuşuyor insan.oradan çıkıp aşk romanının da etkisiyle tabi ki nereye gittik??şems-i tebriziye! mevlananınkine göre çok çok daha sade bir dergahta yatmakta olan şems yazılanlar gibi gerçekten ebedi istirahatgahında da çok çok sadeydi.içeride bir köşede oturup orada oturmanın huzurunu dinledim biraz.dinledim diyorum gerçekten bugün konyada gittiğimiz her yer huzurla doluydu.ama en çok şemsin yanında bunu hissettim.elif şafağın kitabında anlattığı gibi sandukasının altında da şehit edildiği yazıyordu.sandukalar birer görüntü unsuru olup asıl kabirler yer altındaymış.tabi ki bunları görme şansımız olmadı.ama yazılana göre şemsin kabri atıldığı kuyunun hemen yanındaymış.gerçekten huzur dolu bir gündü,hepinize de konyadan huzurlar mutluluklar gönderiyorum...

24 Aralık 2009

koyver gitsin!

az önce okuduğum bir araştırmaya göre gözyaşı dökenler daha çabuk iyileşiyorlarmış.gözyaşının zararlı bakterileri ve virüsleri öldürdüğü de uzun zamandır bilinmekteymiş.gerçekten insan sıkıntılı olduğu ya da gerildiği durumlarda ister istemez koyverip gidiyor.iniyor yaşlar insanın çaresiz gözlerinden.belli ki bir savunma mekanizması.ne kadar ağlayan insanlar toplumun büyük kısmı tarafından acizlikle tanımlansalar da ben ağlayabilmenin büyük bir erdem olduğuna inanıyorum.biz bayanlar bu konuda daha bir ileriyiz zannımca.yapılan 1 aylık bir araştırmaya göre kadınlar erkeklerden 4 kat fazla gözyaşı döküyorlarmış.erkeklerin ağlamamak üzere programlanmaları da dertlerini üzüntülerini içlerine atmalarına yol açıyor.ağlamayı bastırmak bireyde çok çok daha büyük bir moral bozukluğuna yol açıyormuş.yani durumun vahimliğini ikiye katlıyor.halbuki ağladıktan sonra bireyde görülen rahatlama gözyaşının iyi geldiğinin bir kanıtı.duygusal sebeplerle dökülen gözyaşının(bir de tabi yabancı cisimlerin göze temasıyla oluşan gözyaşı var)%24 oranında protein içerdiği saptanmış.ayrıca ağlamayanların mide ve bağırsak hastalıklarına daha çok yakalandıkları da araştırmanın sonuçları.bu araştırmadan sonra napıyorruuzzz;koyveriyoruz!yanımızda yaslanacağımız bir dost omzu olsa da yalnız olsak da belki çoook uzaklarda hiç önemli değil.hiçbir zaman duyguları bastırmıyoruz.umarım çok çok güzel günlerde sadece muhteşem olaylara mutluluk gözyaşları dökebilelim...

14 Aralık 2009

fondoten budur!

yaklaşık 2-2.5 sene önce antalya boyner mağalarını gezerken(burda olanlar bilirler girişte hemen sağda)bourjois standını görmüştüm.o zamanlar iyi bir fondoten arayışında olan ben satıcının da etkisiyle doğru bir seçim üzerinde olduğumu anlamıştım.bir kere kokusu muhteşemdi,bu kadar hoş kokulu bir fondoten görmemiştim.fiyatından ötürü(o zamanlar 44 ytl idi yalan olmasın ama öle hatırlıyorum)alamamıştım.gel zaman git zaman bu gerçekleşmeyen alışverişten az biraz süre sonra ben eşimin işi dolayısıyla kazakistana gittim.orada mağazaların birinde yeniden karşılaştık bourjoisle.hemmm de 18 ytl fiyatı ile.gidenler bilirler yurt dışında kozmetikler inanılmaz ucuz.en azından kazakistan için bu böyleydi.ve ben aklımda kalan bu şekere sonunda sahip oldum.gerçekten cilde inanılmaz uyum sağlıyor ve sürülünce hiçbir yapaylık hissettirmiyor.görüntüsü,kokusu,kapatıcılığı başlı başına harika bir fondoten.en azından benim için bu böyle.sizin de kullandığınız ve memnun olduğunuz bir fondoten markası varsa lütfen görüşlerinizi bekliyorum.öptüm!

10 Aralık 2009

çakraymış! o da ne???

bir enerji muhabbetidir gidiyor.sevgili annem ben lise çağlarındayken enerji,meditasyon vb.eğitimleri takip etmeye çalışıyordu.bir yandan da harıl harıl kişisel gelişim kitapları okuyordu.o zamanlar hayal aleminde yaşayan bana acayip sıkıcı gelen bu konular yaş ilerledikçe,zaman geçtikçe,hayat aktıkça,şartlar zorlaştıkça vb.ilgimi çekmeye başladı.gece yayınlanan sohbet porgramlarını takip ettiğimi önceki postumda yazmıştım.enerji konusuna da "hülya avşar soruyor"adlı programda takıldım.bioenerji,bitki,taşlar vb.uzmanı ahmet maranki konuğuydu hülya avşarın.enerji konusunu işlerken çakralardan bahsetmeye başladı.vücudumuzda 36.000 enerji noktası ve 7 tane de çakra bulunmaktaymış.getirdikleri son teknoloji sayesinde kamplarına gelen kişilerin vücutlarını taradıktan sonra bu enerji noktalarını bulup rahatlıkla kapalı olan çakraları açabildiklerini anlattı.şöyle bir düşününce inanılmaz gerçekten.biz,yani bu bedenin allahtan sonraki sahibi,biz bilemezken vücudumuzu bir makine nasıl olacaktı da bu noktaları tek tek bulup çıkarıp bir de kapalı kapıları açabiliyordu??gerçekten başarılı.keşke istanbulda olsak da imkanlarımız dahilinde bu programlara katılabilsek,keşke!bizim için bu kadar önemli olan çakra meselesi gerçekten bilinmesi ve üstünde çalışılması gereken bir konu gerçekten.örneğin kök çakra denilen noktanın kapalı olması durumunda cinsel hayatın zayıflaması hatta bitmesi,doğum yapamamak gibi olması gerçekten çok çok ilginç geldi bana.çakraların kapanmaması için yapılması öncelikli olan konu ise tabiki olumsuz düşünmemek.beynimizi kalbimizi olumsuz düşüncelerle doldurmamak.yazarken ya da okurken kolaylıkla belirtilen bu konu kolay değil ama inanıyorum başarılmayacak kadar da değil.zihinsel çatışmalar,kötü düşünceler,stres,psikolojik baskı,affetmeyi bilmemek çakralarımızın kolaylıkla kapanmasına yol açıyormuş.olumlu düşünce,sükunet içinde bir yaşam,bol su içmek,sağlıklı beslenmek bizim başlıca yapmamız gerekenler.stres en büyük düşmanımız biliyoruz ki.stresli geçen bir günün ardından bir leğene su koyup içine 5 çorba kaşığı tuz ve 1 çorba kaşığı elma sirkesi ekleyip ayaklarımızı bu suyun içinde dinlendirmemizi stresten arınmak için çok iyi bir yol olduğunu öneriyor uzmanlar.umarım biz de en kısa sürede kapalı olan noktalarımızı açalım inşallah,sevgiylen ve huzurlan kalın emi!! :))

8 Aralık 2009

adaçayının tılsımı

dün gece yine hafta içi her gece olduğu gibi "saba tümerle bu gece" programına takıldım.saba tümer insana ekrandan pozitif enerji göndermekle kalmıyor,attığı kahkahalarla insanı güldürmeyi de başarıyor.programda değinilen konular,davet edilen konuklar genelde her zaman popülariteyi yakalıyor.gece 23.00-01.00 yayınlanan programın dün geceki son konuğu ünlü astrolog nuray sayarı idi.sabah programlarından da tanıdığımız nuray sayarı enerji ile ilgili konulara değindi.evinde pozitij enerjiyi toplamak ve negatif enerjiyi dağıtmak için sürekli olarak adaçayı tütsülediğinden bahsetti.ben de oradan bunu duyunca nette biraz araştırdım.gerçekten de yaygın olan bir inanışı bugüne kadar hiç duymadığımı fark ettim :)yazıyı bitirdikten sonra tarife göre çok fazla olmamak şartıyla(çünkü adaçayı yanarken evinizi duman altında bırakabilirmiş)adaçayını yanmaz bir kapta tutuşturmak suretiyle çıkardığı dumanı evin içine yaymayı denicem.bu işlemi yaparken de pozitif pozitif cümleler söylerseniz iyi gelirmiş.haberiniz ola.hayırlısı olsun bakalım.hadee öptüm...

25 Kasım 2009

gel vatandaş gel film tanıtçam!



soğuk kış günlerinde yapılabilecek en keyifli atraksiyonlardan biri de film izlemektir şüphesiz.hem evde hem de sinemada film izlemenin tadı ayrı ayrı başkadır bizce.film izlemeyi oldukça seven bir çift olarak yüzlerce film izledik şimdiye kadar.en başlarda korku izlerdik özellikle gece saatlerini seçerek.arkadaşlarımız da varsa eğer tadından yenmezdi :)ama sonra anladık ki bu kadar yoğun şekilde korku-gerilim türü filmlerin gereği yok.film konusunda öyle tercih seçimimiz yoktur.romantik komedi filmlerini de seven bir eşim olduğu için oldukça şanslı sayılırım.dinlence günlerinde en çok yaptığımız aktivitelerden biri de sinema oluyor kuşkusuz.hele bu aralar hafta 2-3 filme gitmeye başladık neredeyse.yurt dışında bulunduğumuz dönemlerde memleketle ilgili en büyük eksikliklerden biriydi sinema bizim için.sinemanın önünden geçip de girememek,girsek de bir şey anlamıcağımızı bilmek sıkıcıydı.hatta "keşke buralara da türk filmi gelse,gelse de bu saftirikler alttan okusa biz de anadilimizle kulaklarımızı şenlendirsek" diye ama tabi hayalimiz gerçek olamadı.avrupa kentlerinde belki türk filmleri gösterime giriyordur ama bizim bulunduğumuz ülke için şartlar çok çok imkansızdı :) geçen haftayı da alırsak 3 film izlemiş bulunuyoruz bugün itibariyle 10 gün içinde :) biraz bunlardan bahsedesim var:
ilk filmimiz KOLPAÇİNO
itiraf ediyim seçim bana kalsa girmezdim.ama eşimin tercihlerine güvenirim ve genelde de yanıltmaz beni.harika buldum diyemicem.şafak sezeri sevenerden değilim açıkçası.şafak sezer vb ekürisi pek ekranlarda görmek isteyeceğim tipler değildir.küfürle komedi yapılması bana göre değil pek.seansta birçok küçük yaşta çocuğun bulunması da dikkat çekiciydi.anne baba olarak tahmini küfür içerikli bir filme çocuk getirilmesini pek uygun bulmadık açıkçası.şafak sezer,aydemir akbaş,ali sürmeli,hakan ural ve hepsinden ziyade oyunculuğuna dikkat çekmek istediğim ali çatalbaş başrolleri paylaşmışlar.süper olmasa da fena değil denecek filmlerdendi.
2.filmimiz:YEDİ KOCALI HÜRMÜZ
fragmanını izledikten sonra bekleme sabrımın taştığı,ilk kez bir filme girerken heyecanlandığımı hissettiğim harika,muhteşem bir komedi filmydi.ekranlarda görmeye başladıktan beri oyunculuğuna hayran kaldığım nurgül yeşilçay başroldeydi.ona gülse birsel,haluk bilginer,memet ali alabora(mehmet değil biliyorum),erkan can,...ve adını burada hatırlamadığım nice oyuncularla bezenmiş filmde kullanılan müzik,dekor,kıyafetler,her şey ama her şey muhteşemdi.burada sadece bu filmi anlatırdım ama şimdi satırlar yetmeyecek bana.size tavsiyem mutlaka,acilen,en kısa sürede izleyin,çok çok çok iyi gelecek.

3.filmimiz bugün 17.45 seansı itibariyle izlediğimiz YENİ AY
alacakaranlık serisinin ikinci filmi yeni ay.ilk film olan alacakaranlıkın başarısından sonra ikinci filmlerin zayıf kalması durumu burada da yaşanmış maalesef.ilk bölümde bella-edward ikilisinin tanışması,aşkları gerçekten çok etkili olarak perdeye yansımıştı.seriyi okuyanlar bilirler ki 2.kitaba geçince yaşanılan hayalkırıklığını filmi izlerken de yaşadık diyebilirim.film ortalama bir sürede olmasına rağmen bize oldukça uzun upuzun geldi.zor bitti yani anlayacağınız.gereksiz diyaloglar,beklemeler filmi beğenilen filmler kategorisine sokamadı maalesef.bu filmin de ortada bitişi mutlaka ardından bir film geleceğinin habercisiydi.3 kitaplık bir seriden biz zaten devam filmi bekliyoruz.bunu da seyircinin gözüne sokmalarına lüzum yoktu.ama yine de seriyi bozmak istemeyenler için tavsiye edilir.

bu haftaki sinema bölümümüzü burada bitirirken herkese iyi seyirler dilerim..:)



23 Kasım 2009

arzuladığınız tüm değişiklerin kolaylıkla olması dileklerimle...(o sitede öyle demişler:)

"aşk" ı okuyanlar bilirler ki mevlana-semazen-ilahi üçlüsünden sonra insanda ney dinleme isteği oluşuyor.hadi herkesi genellemeyeyim benim oldu.neyin,yan flütün hatta türk sanat müziğinin rahatlatıcı bir etkisi olduğuna inanırım.sözsüz olmaları insanda rahatlama hissini kuvvetlendiriyor.klasik müzik ise türk müzikleri kadar etkili değil benim açımdan.ne olursa olsun kan çekiyor herhalde :)neyse..işte geçen gün böyle ney dinleme isteği gelmişkene açtım googlemı,yazdım ney müziği tıkladım ara diye..karşıma çıkan adreslerden ismi hemen dikkat çeken siteye daldım çok da bir şey beklemeden açıkçası.sitenin adı www.hayatimdegisti.com adından biraz ürktüm açıkçası fazla iddialı geldi...ama siteyi inceledikçe ne kadar değer olduğunu anladım.öncelikle ney müziklerinin de olduğu zengin bir telkin arşivi var.ego güçlendirici,kanser tedavisi,sosyal fobiler,zayıflama,...vb konularda telkin müzikleri var.her başlığın altında o başlığa yardımcı ney sesi,klasik müzik,su sesi,doğa sesi,sanat müziği vb.alt dallarda müzikler sunuluyor bizlere.siteyi incelemeye çalışıyorum.çalışıyorum diyorum çünkü gerçekten çok çok zengin.yok yok..şifalı otlardan,hamilelikte faydalı olan bitkilere,meditasyon kayıtlarına kadar her şey mevcut.ben faydalanıyorum siz de en kısa sürede bir göz atın derim ya da siz bilirsiniz keyfiniz bilir.bu arada yansımalar/bab-ı esrarı dinlemenizi tavsiye ederim.selam olsun...

20 Kasım 2009

facebooksuz yapamaz olduk...


evet başlığı önceden yazdım bu sefer hani yazıyı döşeyip ona uygun başlık bulmak şuraya dursun bu başlık günlerdir aklımdaydı zaten.facebook çılgınlığı yaklaşık olarak ne zamandır devam ediyor bilemiyorum.facebooka üye olup eski arkadaşlarını,sınıftakileri,öğretmenlerini,taa ebeni bile bulabiliyorsun.adını,soyadını yazıp benzer kişiler arasından bakınıyorsun artık."bu mudur,şu mudur?,benziyor gibi lan bu kadar değişmiş midir??"diye,bulunca sanki hazine bulmuşçasına bir sevinç,bir sevinç...kişiyi eklemeler,aaa ne kadar değişmişsin,arkadaşınız kızsa muhtemelen kucağında bir bebek ve karşılıklı "ayyy inanmıyoruuuuuum" tribanları...sonra..sonra ne oluyor ben anlatayım.ilkokulda,ortaokulda,..bilmem nerden arkadaşın olan kişiyle bir süre sonra konuşmaz konuşamaz oluyorsun.eee bundan daha normal de bir şey yok ki!o dönemler belki ortaokul 1-2 ya da lise sonda çok samimi olduğun bu arkadaşla sonra yolların ayrılmış zaten yani arada kocaman bir boşluk!arada yaşamamışsın ki onunla.aradaki yaşamında büyük olasılıkla önemli olaylar yaşadığın bu kısımda bu arakdaşın yok zaten."şu hocayı hatırlıyor musun?kopya çekmiştik beraber dimi?"muhabbetleri de en kısa sürede tükenip bitiyor.sonra listende olan ama konuşmadığın birçok profil birikiyor.yani genelde durum bu.siz derseniz aaaa ben arkadaşlarımı buldum ve iyi ki bulmuşum hiç bitmedi muhabbet biz arayı kapattık,o zaman tamam,ortaokul lise arkadaşını bulup evleneni de var çevremde ona bir lafım yok ama ben arada olan boşluk yüzünden 2-3 cümle konuşabildiğiniz ve sonra karşılıklı sustuğumz kişilerden bahsediyorum.

başlıkla alakalı konum ise aslında bu değil.facebook oyunları.facebook yöneticileri zannımca benim yukarıda sıraladığım fikirlerden ötürü sitenin bir süre sonra girilmek istenmeyeceğini düşünüp türlü türlü oyunlar entrikalar yüklediler siteye :)en baş entrikanın adı da:farmville! facebook kullanıcısı iseniz mutlaka bilirsiniz ki.farmvilleden kaçış öle kolay değildir.ben kendimden biliyorum.bu oyun yüklenip de oynamaya başladıklarında "amaaaaann sıkıcı bir oyun işte hararetle neden dikerler ekerler bilmem!"diye burun kıvırdım itiraf ediyorum.evet oyun bir dikme,ekme,biçme yani kısaca modern çiftçilik!bunda şöyleee temiz havada normal bir bahçede yapmıyorsun bu aktiviteleri.baya bayaaa ekrana domates ekiyorsun kardeşim!eğer farmville oyuncusu değilseniz hiçççç mi hiç dalga geçme ayakları yapmayın çünkü durum çok fena.bir süre sonra bıdıcık olan tarlanızı büyüte büyüte hayvan bir alana sahip oluyorsunuzyürüyüşünüz bile değişiyor sanki boğaza karşı arsa sahibi gibi yürüyorsunuz artık :)2-4-6-10-12-24 saatlik sebze,meyveleri seçiyorsunuz.bunları ekmeden biçmeden geçirdiğiniz süre azalıyor.uyku düzeniniz ona göre ayarlanıyor yahu.saate bakar olduk "abi şu badılcanı eksem o büyüyünce ben uyuyor olur muyum ki??"binbir emek binbir coins( :)le diktiğin sebzecikleri toplayamazsan bir süre sonra heba olup giderler zaten.sen de sebzeni toplayacağına dışarıda yürüyüş yaptığın ya da sinemada harika bir film izlediğine yanarsın eve dönünce"anam anam gitti fasulyelerrrrrr!" hayır oyunda dikilen sebzeyi,meyveyi,ağacı anladım da hayvanları da aynı mantıkla toprağa ekip büyümelerini bekliyorsunuz.toptan çılgınlık yani.ama ben şu yazıyı yazarken bile coffeelerim büyüdü mü diye meraktan yazamıyorum.o yüzden kaçıyorum....

19 Kasım 2009

fotoğraf benimdi koçum benim :) (koskocama sevgilerimle)


işte yine bir değişiklik yeni bir değişiklik ay pardon ya değişiklik zaten yenilik anlamındaydı dimi :) neyse artık anladınız ya.havaların soğuması falan insanın içinde sıcak bir şeyler içme ihtiyacı doğuyor ben de o yüzden bloğun kenarcağızına kahvedir çay çorbadır koydum işte,grip falan olmayasınız diye limon da dilimledim canınız çekerse döküverin fincan da hazır :) ee daha napıyım ya!aşağıda müzik falan da ekledim bakınırken çalsın derseniz ben bu aralar ney dinliyorum size de öneririm.onun dışında evdeyiz,dışarıda yürüyüşteyiz.takılıyoruz işte :)kitaba daldık bu ara herkesin okuyup bitireli yıl olduğu "aşk"ı ben daha yen, okudum bitirdim.favori olan kitapları herkesin hurrrAAA okuduğu zamanlarda okumayı sevmiyorum.ben de o yüzden "aşk" ı sonraya bıraktım.bence bu aralar tam zamanımdı o yüzden okuyup bitirdim.ama sizinle aynı fikirdeyim çok çok beğendim.bir kere çok akıcı yazmış elif şafak.zaten diğer kitapları da öyleydi.ama bu bomba olmuş.yazdıklarının arkasında büyük bir bilgi birikimi olması bana inceleme araştrma yönünün çok çok çalışıldığını gösterdi.örnekler,tarihler hiçbir boşluk yok kitapta.okudukça okuyası geliyor bildiğiniz üzere.herkesler okudu kitabı ama okumayanlara da hararetlen tavsiye.sonra görüşürüz.

4 Kasım 2009

kendime yeni bir beden lazım :)


evet yanlış okumadınız.amacım tabi ki estetik operasyona vardırmak değil işi.sadece zayıflamak istiyorum.yaklaşık olarak 10 kilo fazlam var.10 kilo ya elime alsam taşımak da zorlanırım ama hiç utanmadan sıkılmadan almışım o kiloları :( ye,otur,ye,otur+stres eee nolcak 10 kilo kaldı geriye.çok vahim durum çok.vermek lazım.kendi çapımda bir şeyler yapmaya başladım.deli gibi yediğim çikolataları kestim.zaten ekmek yemem o yüzden onda bir problem yok.su içmiyorum daha çok su içmem lazım.diyet programları 12-14 bardak su içmeyi öneriyor benim gibi 2 bardak bile içemeyen bir insanın yaşam stilini değiştirmesi lazım.sabahları limonlu sıcak su muhabbeti fasa fiso diye okudum.bir etkisi yokmuş diyorlar.siz ne dersiniz??çorba içmeyi çok seviyorum o yüzden büssürü çorba aldık az önce.aslında hazır çorba da çok parlak fikir değil ama sürekli yapmaktansa. :) hamur işlerine bu ara çok düşmüştüm onları da kesmeliyim sonuç olarak :AÇIM!!! :) fikirlerinizi acilen bekliyorum,uyguladığınız,kilo vermeyi başardığınız detayları acilen istiyorum.göndermeyen 100 kilo olsun inşallah :) öperim,zayıf,55 kilolu günlere :))

27 Ekim 2009

çaldım ama hayırlı bir iş için :)


evet yazıyı çilekli pastamdan yürüttüm;ama bence hepimiz birbirmizin sitesinden araklayıp yayınlayalım.çok ciddi bir meseleyle karşı karşıyayız.her ne kadar virüsün bilerek çıkarıldığına emin olsam da çok süratle yayıldığı kesin.son duyduklarıma göre sağlık bakanlığı personeline civasız,dışındaki bütün vatandaşlara civalı aşılar verilecekmiş.bu da vücudumuza civa girmesinin zararları mı yoksa domuz gribinden korunmak mı? çelişkisiyle baş başa bırakıyor insanı.neyse çilekli pastama teşekkürü borç bilirim ve hepimize sağlıklı günler dilerim...

19 Ekim 2009

çok fenayım...


çok şükür,çok şükür derken al işte ben de yakasına düştüm gribin.soğuk kentlerde durum biraz daha temkinli olmayı öğretebilir insana.zaten hep serindir hava.kıyafetlerde değişikliğe lüzum da yoktur,düzgünce giyinirsin işte.ama antalyamızın böyle fenalıkları da yok değil.hava günlük güneşlik.hatta dün denize gitsek mi diye bile düşündük.ama birden güneşin önüne gelen bir bulut şehri serinliğe gömüveriyor.ben de yine ve yeniden güneşine aldanıp dışarılarda gezerkene grip kolumdan yakaladı.normal şartlarda mis gibi ilaçlarımı alırsın,kafayı vurup yatarsın.ama özel bir durum mevzu bahis olduğundan ilaç alımı da yasak.mahvoldum bütün gece,hala düzgün nefes aldığım söylenemez.eski bir astım hastası olarak her grip oluşumda kendisi de buyurup geldiğinden nefes darlığından muzdaribim.umarım en kısa zamanda düzelirim...

17 Ekim 2009

portakaldan resimler...













aslında birçok galaya katıldık.galadan sonra yapılan basın toplantılarında oyuncularla sohbet etme fırsatımız oldu.ama makinemizi taşımak zordu.ama erkan oğur,cahit berkay,mazlum çimen,derya köroğlu'nun "Türk Sinemasında Müzik" konulu söyleşi için makinemiz hazırdı :) itiraf ediyorum sadece erkan oğur usta için...
tanımayanlar için not: 3.resim için soldan sağa:derya köroğlu,cahit berkay,erkan oğur,mazlum çimen

12 Ekim 2009

portakalı soydum,baş ucuma koydum...


altın portakalımız nihayet geldi çattı..festival çerçevesinde antalyada çeşitli etkinlikler var.festivalde yarışacak filmlerin yanında birçok sergi,söyleşi,konser,açıkhava gösterimleriyle eski filmler...gerçekten çok zengin bir program hazırlanmış her zamanki gibi.erkan oğur,yeni türkü,baba zula,aylin aslım,gülay,tolga çandar,kardeş türküler,moğollar,mazlum çimen,koçani,göksel,..aklıma gelen sanatçılar.cumartesi itibariyle 1 hafta süreyle şehrin her yerinde kültür sanat olayları devam ediyor.festival film bilet fiyatları ise tam:5 öğrenci:3 ama her türlü bütçeyi düşünen organizasyon şehrin 4 noktasındaki salonlarda festival filmlerini bedava gösteriyorlar.festivalde film izlemenin en güzel yanı ise izlediğiniz filmler öncesi filmin galasının yapılması.filmin oyuncularıyla sohbet etme imkanından sonra hep birlikte salonda filmi izlemek.gerçekten çok keyifli bir durum.geçen seneki programda "ademin trenleri" adlı filmi filmin başrol oyuncuları nurgül yeşilçay ve cem özerle birlikte izlemiştik.film boyunca bir perdeye bir de onların suratlarına bakmıştım.perdedeki sanatçılarla yan yana ortaya konmuş emeği seyretmek çok keyifli.gerçekten her detayı düşünülmüş çok güçlü bir program olmuş.festival kapsamında şehrimize gelen herkese hoşgeldiniz der vebütün filmlere başarılar dilerim :))



mobil gibiyim...


resmen gezici bir insan oldum.mobil misali :)ülkemizi de kanatları altına alan kriz nedeniyle son 1 senedir ordan oraya geziyoruz.beni buradan okuyan kimi arkadaşım "ohhhhhhhhhhhhh..."gibi sonu gelmeyecek sözcüklerle kulaklarımı çınlatabilirler.bence de güzel bir durum gezinmek,dolanmak yeni yerler görmek.ama yakinen tanıyan arkadaşlarım bilirler ki bu durum biraz uzun bir süredir devam ettiğinden artık yerleşik düzenimi mumla,kandille,fenerle arar oldum.bu yaşamda her şeyin bir zamanı olduğuna ve hak ettiğimizde her güzelliğe kavuşacağımıza inananlardanım.benimkisi biraz klasik,kaderci bir düşünce biliyorum.ama her şeyin zamanı gelecek inanıyorum ve bekliyorum kucaklamaya hazırım bütün güzellikleri.açtım kollarımı :) (bu naçizane yazdıklarımı öncelikle çilekli pastama gönderiyorum.öyle kelebek kırılganlığı falan istemiyorum ne demiş nazım baba:"hayatı ıskalama lüksün yok senin!"bizim kelebeklerimiz kırılgan değil hep uçuşuyor unutma!!!)

13 Eylül 2009

ah şu sivilceler...

27 yaşıma geldim hala sivilcelerle uğraşıyorum yaaaaa :( yağlı bir cilde sahip olmam nedeniyle yediğim en ufak yağlı besinin izlerini ertesi gün cildimde görebiliyorum.herkesin muhabbetini güzelleştiren çekirdek bile zulüm oldu bana.aşırı sivilcelerim yok ama titizlikle dikkat etmezsem hemen geri geliyorlar :( bunun için cildiyeye gittim tabi ki.ama onlar da kesin bir çözüm olmadı.birkaç gündür internetten de araştırıyorum.bu konuda suna dumankayayı gerçekten çok beğeniyorum.verdiği bitkisel çözümler işe yarar görünüyor.yine böyle okurken bir yoruma takıldım.amerikada okuyan biri sivilceler için oradaki hemen hemen tüm gençlerin aynı formülü kullandığını yazmış.yüzlerini hafif ıslatılmış kabartma tozuyla 15 saniye yıkıyorlarmış.sonra da 1 damla elma sirkesi+8 damla su ile yüzlerini siliyorlarmış.sivilce derdinden bu şekilde kurtulmuşlar.ilgimi çekti.dün gece denedim.kabartma tozuyla yıkarken cilt hafif yanıyor ama sonrasında gerçekten temizlik hissi geliyor insana.evde elma sirkesi olmadığı için devam edemedim ama en kısa sürede alıcam.merak ediyorum acaba gerçekten işe yarar mı ki??aktarlarda satılan papatya özlü sabun da sivilceler için önerilmiş.sizin de bu konuda kullandığınız bitkisel yöntemler varsa iletirseniz sevinirim.çekirdek dolu günlere :))

12 Eylül 2009

başka söze gerek yok...

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENiN !
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin. İki ucu keskin bıçaktır bu işin... Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman... Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zaman ki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana... Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. "Yürek sesi ne?" bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu... Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Nazım Hikmet RAN

15 Ağustos 2009

özlemişim beaa...

aman aman ne çok olmuş yazmayalı.evdeki bilgisayarın internet problemi yüzünden uzak kaldım bloglardan.aslında işlerin yoğunluğu da vardı aslında.geçen hafta itibariyle son görümcemi de evermiş bulunuyoruz.vatana millete hayırlı olsun.bu evdeki dostum,arkadaşım,sırdaşımı kaybettim ama olsun.o mutlu olsun yeter.işte böyle kına gecesi,kuaför,gelinlik,düğün derken resmen bir maratondan çıktık sanki.yeni evli çiftimiz balayına gittiğinde biz de resmen eve serildik,çok yorgunluk olmuş gerçekten ister istemez.düğünler hep böyle,karmaşa,paldır küldür,bir acele...ne gelin damat,ne de aileleri bir şey anlamıyor.şöyle rahat rahat bir düğün yapılamıyor ülkemizde.şimdilerde etamine merak saldım.şimdi bu satırlarımı okuyanlar "oooo sen de amma geç kalmışsın" diyebilirler.haklısınız,bloglarda etamin furyası başlayıp biteli çok oldu.ama napalım ben modayı biraz geriden takip ediyorum.eskilerde olsa kimbilir nereden model bulurduk,ama şimdi internette muhteşem modeller var.ben de onları tek tek indirip aralarından seçip başladım bir tanesine.şimdilik kolay olsun diye havlu kenarı yapıyorum.biraz ilerleyince fotoğrafını çekerim.sizin de ilginç modelleriniz varsa iletirsiniz sevinirim.bir de boğazımla uğraşıyorum.iki gündür yutkunurken acıyor.ballı zencefil yutuyorum.o çok iyi geliyor.kimileri kaynar suya;bal,zencefil,limon suyuyla bir karışım hazırlıyorlarmış.ondan da çok bahsetmişler.o da aklınızda olsun.neyse şekerler uzun sürenin üstüne merhaba demek istedim.artık daha sık yazıcam sööööööözzzzz...:)

11 Temmuz 2009

şehzadeler şehrindeydik...







neresi burası diye soranları duyar gibiyim ama birçoğunuz da biliyorsunuzdur.elmanın başkenti AMASYA daydık.pazartesi günü itibariyle Antalyadan gelen arkadaşlarımızın gezi planına ucundan biz de dahil olduk.ilk önce beraber ünye,fatsa,ordu yaptıktan sonra ver elini amasya.gitmeden önce amasyayla ilgili pek bir beklentim yoktu.en nihayetinde iç anadoluda bir şehir.ne olabilir ki diye bencilce bir düşüncem vardı açıkçası.dağları,tepeleri aşıp geldiğimiz şehir,iki dağın arasında nazlıca akan yeşilırmağın kenarına kurulmuştu.samsun-çarşambadayım bildiğiniz gibi.bizim evin önünden de akan yeşilırmak,3 saat yol gelmemize rağmen işte yine karşımızdaydı.dağın tepesinde bulunan kale surlarının ve kral kaya mezarlarının aydınlatılmasıyla şehir gerçekten çok güzel görünüyordu.ırmağın kenarına yapılmış yalı evleriyle görüntü muhteşemdi.osmanlı devletinin başına geçmesi düşünülen padişahların her bakımdan dağlarla doğal güvende olduğu bu kente eğitim için gönderilmesi bu kenti adeta müzeye çevirmiş.Yıldırım Bayezid,Fatih Sultan Mehmet,II Murat Han,Çelebi Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim,vb daha birçok önemli şahsiyet bu topraklarda doğmu,eğitim görmüş.amasyada aldıkları eğitimden sonra tahta çıkmışlar.birçok cami,medrese,konak,bimarhane,çeşmeler...her bir köşeden tarih çıktı karşımıza.şu ana kadar gördüğüm en zengin müzelerden birine sahip amasya.el yazması kuranlar,el işi kıyafetler,türlü türlü altın-gümüş paralar,silahlar,...saymakla bitmez.müzenin yan tarafında bulunan mumya bölümünde ise mumyalanmış ve neredeyse hiç bozulmamış olan tarihi şahsiyetler gördük.şehrin tarihi yapısının yanında bununla bağlantılı olarak birçok kurs ilanı gördük.tezhip,ebru,hat,..vb birçok alanda kurslar mevcut.camilerde o huzurlu havayı içinize çekip,akşam olunca da yeşilırmağa dalıp giderken birçok mekanda fasıl dinleme imkanına sahipsiniz.aslında o kadar çok şey var ki anlatılacak,gitmek görmek lazım.ben size ancak bir iki fotoğraf gösterebiliyorum.güzel ülkemizde daha nice şehirler var gezilip görülecek.amasya da hayran kaldığım şehirler arasına girdi bile.siz de hiç ihmal etmeyin gezmeyi elden geldiğince.ne tarihler yazılmış bu topraklarda,gitmek görmek hissetmek lazım...


2 Temmuz 2009

sabır..ne zor şeymişsin sen öyle!

yorgunluk.hissettiğim tek duygu bu son günlerde.aylar süren bir çalışma maratonundan sonra dinlenmek istiyorum.ama yaşanılanlarla ilgili en çok da beynim yoruldu.vücut yorgunluğu bir yere kadar.uyuyup dinlenince geçip gidiyor.ama kafa yorgunluğu öle değil.yoga öğrenmek istiyorum.sevgili moonish yoga yaptığından ve çok mutlu olduğundan bahsetmiş postlarında.ben de öğrenmek istiyorum.şu kafamın yorgunluğundan,ağırlığından kurtulmak istiyorum.ne şekilde olursa olsun.mutlaka dinlenmek istiyorum.her birimiz geçiyoruz hem maddi hem de manevi sınavlardan.sabrımız ölçülüyor belki bu şekilde buna inanıyorum.ama son günlerde zaman zaman sabrımın kalmadığını hisseder oldum.artık her şey güzel olsun lütfen...

30 Haziran 2009

maalesef...

her şey yolunda diyemicem sevgili blog okuru.son yazı kpss ile ilgiliydi biliyorsun.ama gel gör ki ne emekler ne derslerle geçen 4-5 aylık dönem resmen ellerimden kayıp gitti.sınava girenler bilirler.gayet zordu.öncesinde resmen bitirmediğim soru bankası kalmadı.ama kelimenin tam anlamıyla ters köşe yaptılar.1 boş veya 1 yanlışla bitirdiğim bütün o vatandaşlık denemelerinden sonra sınavda gördüğüm o sorular benim şoka girmeme neden oldu.zaten saniyelerle yarıştığımız sabah oturumu resmen son dakikaya kadar çabalamayla geçti.elimden geleni yaptım evet.ama daha iyisini yapabilirdim diye düşünüyorum.sınavın zor oluşu ve o an çevrendeki herkesin soruları şakır şakır çözüyor izlenimi uyandırıyor insanda.işte o panik haliyle bedene yansıyor ve işte beklenen son:sınavın sabah oturumu gayet kötüydü.11.30 dan 14.30 a kadar sabahki oturumun şokundan kurtarmaya çalıştım kendimi.bir iki toparlandım ve öle girdim 2.oturuma.bu ise biraz daha normaldi sanki ya da bana öle geldi sabahki şoktan sonra.işte böyle sevgili blog okuru.sınavım iyi geçti cümlelerini hayal ederken ben neler yazdım sana dimi?ama olsun her şeyin hayırlısı olsun.sonuçlar açıklansın bakalım.neler olmuş neler olmamış.bekleyip görücez.o yüzden pek tadım tuzum yok.kusura bakma...

26 Haziran 2009

SON DÜZLÜK






sınav günü geldi çattı sonunda.herkes aylardır çalışıyor.yarın sabah ve öğle itibariyle herkes emeğinin karşılığını alacak.içimde bir boşluk...hala bir iki sayfa karıştırıyorum elimde değil.aylardır kitaplarla bir aradayız.ayrılık zor olucak :) hepsi birbirine mi karıştı nedir!ama yok..uzmanlar bile bu duygunun normal olduğunu,sınav zamanı insan beyninden bir kapak açılıp bilgilerin sınav kağıdına aktığını söylemişler.umarım benimkinde bir tıkanıklık olmaz :) lavabo aç falan mı götürsem :P bütün hazırlıklar tamam gibi.yine bir gözden geçirelim:

  • dersle ilgili elimden geleni yaptım.

  • ee dua organizasyonu da tamam.dua okuyacak kişiler de tamam.

  • duanın yanında enerji gönderen grup da tamam :)

  • okunmuş şeker tamam :)

  • okunmuş su birazdan gelecek kayınvalidem hatime gitti :) listemdeki her şey tamam olsa da en önemlisi siz..görmediğim ama derdimi,üzüntümü,sevincimi paylaştığım siz bloggerlar.doğum günümde nerelerden bana hediyeler ulaştırdınız.çok mutlu ettiniz beni.yarın da unutmayın beni emi?çok öpüyorum sizleri.inşallah bir dahaki postu sınavım iyi geçti diye yazarım.inanıyorum...


22 Haziran 2009

maskelerin değişimi...


aslında sayfayı açarken başka bir şeyler yazmak istiyordum.ama önceki yazılarımdan birine gelen bir yorum beni düşünmeye itti.farklı insanlarız,bambaşka varlıklarız.bir arada yaşamanın getirdikleri zorluklarla beraber biz de dediği gibi maskelenmeye başlıyoruz.maskelenmek çok da yanlış bir şey değil.belki de bir arada yaşamanın zorunluluğu.ama önemli olan bunu doğru bir şekilde kullanmak.savunma mekanizmaları vardır mesela psikolojide.bunların birini ya da birkaçını kullanıyor olmak çok sağlıksız bir durum değildir.yanlış olan bunları yaşamımızdan çıkaramayacağımız bir şekilde sürekli halde kullanmak.işte maske de böyle bir şey.tabi ki sade,olduğu gibi yaşamak görünmek en iyisi ama zaman zaman maskelenmek kaçınılmaz olabiliyor.yaşamın getirdiği zorluklar kimi zaman bizim için bir fırsat olabiliyor.neyse şimdilik diceklerim budur,sözlerime mailime gelen bir fıkrayla son veriyorum.öpüldünüz...

Amerika'da bir süpermarkette, müşteri yarım kivi satın almak istiyor.Tezgahtar bunun mümkün olmadığını söylüyor. Kavga çıkıyor.Tezgahtar koşarak müdüre çıkıyor:- "Efendim, hayvanın biri yarım kivi almak istiyor "der demez şöyle bir arkasına dönünce ne görsün !!Müşteri arkasından gelmiş, ensesinde duruyor...Tezgahtar hemen müşteriyi işaret ediyor:- "Bu beyefendi de diğer yarısını almak istiyor, efendim..."Müdür durumu anlıyor, adama yarım kiviyi mecburen verip gönderiyorlar.Müdür bir saat sonra tezgahtarı çağırtıyor:- ! "Tebrik ederim, çok zeki davrandın, iyi idare ettin. Nerelisin sen?"- "Brezilya'lıyım efendim..."- "Amerika'ya niye geldin?"- "Brezilya cazip bir yer değil efendim, orada insanlar ya fahişe, ya da futbolcu oluyor..."- "Biliyor musun, benim karım da Brezilyalı...!!!"- "Yaa öyle mi, acaba karınız hangi takımda futbol oynuyor???

17 Haziran 2009

fırıtına sonrası yorgunluk...

sınava az bir kala...her şey şöyle bir oynadı yerinden.çok kızdık,çok bağırdık,çok kırdık birbirimizi.neden??cevabı bile yok aslında.karşılıklı sabrımızı denedik resmen.çok gerekliymiş gibi.ne güneşli günlerdi oysaki geçen haftalar.bir reklam vardı ne reklamıydı hatırlamıyorum,ama şöyle bir sloganı vardı:evdeki huzur zenginlik budur! diye.bizim bu ara pek bir kaçtı ama düzeliceğini umuyoruz.bunun için elimizden geleni yapıcaz.kesin olmalı ama.bu sefer günü kurtarmak için olmamalı.problemi yakalayıp onu yok etmeli.en azından böyle büyük ir karar verdik.her şey daha sakin daha ılımlı daha pozitif olacak...

8 Haziran 2009

KAPESESE :)

kpss çalışmaları son sürat devam ediyor.günde bazen 500 soruyu bulduğum oluyor.öss ye bu kadar çalışsaydım herhalde daha yüksek bir yerde okurdum.neyse her şeyin hayırlısı.her gün girip bakınıyorum sizleri okuyorum,biraz kafam dağılıyor.az önce yaptığım bir matematik denemesinden 25 netim var çok çok çok mutlu oldum.inşallah güzel Allahım bildiğim yerlerden çıkar sınavda da.dua edin hepinizi öpüyorum...

4 Haziran 2009

türkiyenin en kuzey noktası...



hepinize o değerli yorumlarınızdan ötürü çok ama çok teşekkür ederim.bana ulaşan kartlar için de teşekkürler.antalya adresine kartlarınız ulaştı,annemden aldım haberleri :)ben samsundayım malum,sınava hazırlanıyorum.mesajlarınızı şimdi görebildim.çünkü doğum günü bahanesiyle sinop'a kaçtık :) harika bir 5 gün geçirdik.ben görmemiştim sinop'u.çok beğendim.antalyalı biri olarak ilçelerden alanyaya çok benzettim.şehre girerken yolun sağında ve solunda deniz görünüyor.sağa baksan deniz sola baksan yine deniz :)çünkü bir buruna doğru ilerliyorsunuz.şehir de kısmen o burna kurulmuş zaten.ama burun haritada görünen inceburun değil.ilk önce ben de orası sanmıştım.ama ince burun denilen yere gitmek için arabayla yarım saat gitmek gerekiyor.ama orası da ayrı bir muhteşem.türkiyenin en kuzey noktası,resimde görünen osmanlı zamanından kalma bir deniz feneri ve uçsuz bucaksız bir deniz.tatilim harikaydı.sinop'un içi de çok güzel.denizin dibine kurulmuş minik bir şehir,saygılı yardımsever insanlar,iskeleden balık tutan erkekler,bayanlar,...her şey çok güzeldi.ayrıca atv de yayınlanan 'parmaklıklar ardında'adlı dizi çekimleri de sinop eski cezaevinde sürüyor.cezaevinin bakımsız olması bizi çok şaşırttı.her yer döküntü,pislik içindeydi.sinop gerçekten inanılmaz tarih kalıntıları olan bir şehir.ama yıpranma,bakımsızlık elde olan değerleri de yok etmiş ve etmekte.en kısa sürede inşallah korumaya alınır da bu değerler tamamen yok olmaz.neyse fıstıklar ben şimdilik kaçıyorum ve hepinizi bol bol öpüyorum...

30 Mayıs 2009

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM!!!

evet aynen öle bugün benim doğum günüm.bugün itibariyle tam 27 yılı geride bırakmış oluyorum :) sınava az kala test kitaplarının arasından bugünlük kalktım.gerçi sabah yine 2-3 test çözdüm.nolur nolmaz:) hala karadenizdeyim.sınavıma da burada giricem inşallah karadeniz bana uğurlu gelir de yüksek yüksek puanlar alırım İNŞALLAH! yeni yaşımda sağlık,mutluluk,huzur ve başarı(sınavımda yüksek puan) İS-Tİ-YO-RUM! yukarıdaki inşallah duyuyordur beni.şimdilik hoşçakalın.İYİ Kİ DOĞDUM!(kendi kendime de süper bir kutlama oldu yani)
not:nazpek çok teşekkürler tekrar...

23 Mayıs 2009

yeşiiil,yeşiiil...

burdayım yahu aşkolsunuzzzz gittim mi zannettiniz??aslında her gün geliyorum sayfama.ama inanın bugünlerde yazasım gelmiyor.sınava az kala aklımdaki tek şey dersler sanırım.insanların ağzından çıkan her cümleyi bir dersle bağdaştırıyor ve hemen konuyu tekrar ediyorum.iyiyim ama huzurluyum çok şükür.derslerime bir o bölgede bir bu bölgede çalışıyorum.en çok da coğrafya dersi açısından iyi oluyor farklı bölgeden biriyle evli olmak :))hem akdenizi hem de karadenizi biliyorum artık.buraları sorarsanız her yer yeşile boyanmış sanki.bu fotoyu da kanıt olsun diye koydum.sonra arkamdan "vay efendim karadeniz de yeşil mi olurmuş!" demeyin diye :)))her bir taşın altından bile yeşil fışkırmış gibi.insana huzur veriyor yeşillikler.buralardayım yani takipteyim sizleri de her gün okumaya çalışıyorum.hepinizi içtenlikle öper,esenlikler dilerim şekerler..:)(not:foto sevgili eşime ait,sölemezsem telif isticekmiş.üstümde kalmasın hakkı :)

24 Nisan 2009

AŞK olsun!

bu yazıya nette gördüğüm bir videodan bahsetmek için başladım.video, evlilik yüzüğü denilen alyansın neden 4.parmağa takıldığını anlatıyor.ben daha önce kalbe direk giden damarın yüzük parmağından geçtiğini duymuştum.bu konuda çeşitli söylemler var.benim izlediğim videoda ise eldeki bütün parmakların temsil ettiği kişiler var.baş parmağımız anne-babamızı,işaret parmağı kardeşlerimizi,orta parmak kendimizi,yüzük parmağı eşimizi,serçe parmağı da çocuklarımızı temsil ediyor.iki elimizi karşılıklı olarak tutup aynı parmakları birbirine değdiriyoruz.orta parmak kendimizi temsil ettiğinden onu içeri doğru kıvırıyoruz(resimde görüldüğü gibi) baş parmaklar,işaret parmakları ve serçe parmaklar birbirinden ayrılırken yüzük parmaklarını birbirinden ayıramıyoruz.yaşamda da öyle değil mi?anne-babalarımıza bakarsak genelinin kendi anne-babaları artık yaşamıyor.her kardeş bir şekilde kendi hayatını çizdiği için onlar arasında da belli bir mesafe oluyor.çocuklar desen okul-iş derken her biri başka yere savruluyor.ama yıllar geçtikçe herkes kendi eşiyle kalıyor.zaman içinde herkes bir şekilde yaşamın içinde geliyor ve gidiyor.ama bizimle hiçbir kan bağı olmayan genelde bambaşka memleketten bir adamı ya da kadını ömrünüzün odak noktası haline getiriyorsunuz.bizler hala genç yaşlarımızdayız.önümüzde Allah nasip ederse bir ömür var.hala evliliğin inceliklerini anlamaya çalışıyoruz.her birimiz farklı zorluklarla boğuşuyoruz.herkesin derdi gerçekten kendine özel.ben kendimi sorguladığımda ise biliyorum ki hatalar yapıyorum.hatasız olmuyor ki.bazen hatalar üst üste geliyor.yanlışlar,doğrular,olması gerekenler,bir türlü olamayanlar her birimizde iç içe.insan bazen daha iyisi olsun daha doğru bir hareket yapayım derken belki de mükemmeliyeti ararken hata üstüne hata yapabiliyor.amaç hatalardan ders çıkarabilmek."evet hata yaptım!"diyebilmek.çoğu insan hatasının farkında bile değilken önemli olan hint atasözünde de dendiği gibi "Başkasından üstün olmamız önemli değil önemli olan dünkü halimizden üstün olmamızdır".her birimizin kimyası,duyguları,bildikleri,önemleri,önemsizlikleri apayrı.amaç zaman için "bir" olabilmek.ben-sen değil de bizi oluşturabilmek.insan sevincini,sıkıntısını paylaşmadıktan sonra bir önemi kalıyor mu hayatın,yaşadıklarımızın?ben burdan hayat arkadaşıma,yaşamımı birleştirdiğim adama,dostuma,arkadaşıma,sırdaşıma,canım kocama sesleniyorum:zamanla bazı hatalar olabilir,yanlışlar yapabilir insan.evet sinir oluyorum bazen sana kavga anlarımızda.unutup birden "sen" olduğunu,konuşuyorum ileri-geri,vırvır dırdır yapıyorum başında.ama sen yoksan ne anlamı var ki yaşamın?beraber görmedikçe ne anlamı var güzelliklerin,konuşup tartışmadıkça ne özelliği kalıyor nobel almış bir yazarın kitabının,"bak böle böle oldu"diye sana anlatmadıkça ne heyecanı kalıyor bir olayın,beraber yemedikçe ne tadı kalıyor en güzel yemeğin ne de kokusunun.her şey seninle güzel ve anlamlı.hatalar,yanlışlar,kavgalar,tartışmalar,güzellikler,iyilikler,sevgi,aşk,...hepsi seninle güzel.Her şey seninle yaşandığı kadar güzel ve seninle paylaşabildiğim kadar özel!! SENİ ÇOK SEVİYORUM.ve can babaya bırakıyorum sözü.hoşçakalın...
Yalnızlığa dayanırım da bir başınalığa asla.
Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla
Ama; "günün aydın, akşamın iyi olsun"diyen biri olmalı.
Bir telefon sesi çalmalı ara sıra da olsa kulağımda
Yoksa, zor değil, hiç zor değil!
Demli çayı bardakta karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama"çaya kaç şeker alırsın?"diye soran bir ses olmalı ya ara sıra!
Can YÜCEL

bizi bu havalar mahvetti şekerim...

bahar geldi,çiçekler açtı,kuşlar cıvıldadı.her şey rengarenk olmaya başladı ama gelin görün ki insanların çoğunun alerjik rahatsızlıkları da başladı.baharın bu güzellikleri getirmesinin yanında bir de bizlere hayatı zindan edebilmesi bir karmaşa.polen nedeniyle hemen hemen hepimizde kaşıntılar,hapşırmalar,yorgunluklar,halsizlikler baş gösterdi.kiminle konuşsam aynı dertten muzdarip.ben de alerjik bünyeye sahip bir insan olaraktan elimde mendil hapşırıyorum.grip ya da nezle olmamama rağmen burun akıntısı mevcut belirtiler arasında.aslında hepimizin bildiği gibi bu bahar aylarında uçuşan ve vücudumuza giren polenlerin etkisiyle yaşadığımız alerjik rahatsızlıklar.konuyla ilgili yaptığım araştırmalara göre polen vücudumuza girdikten sonra;burun, gözler ve hava geçitlerini döşeyen mukoz zarlarının iltihaplanmasına neden olup sürekli hapşırma, burun akıntısı ve tıkanıklığı, kuru öksürük, boğaz, burun ve kulakta şiddetli kaşıntı ya da gözlerde kaşıntı ve sulanma gibi belirtilerle saman nezlesini başlatıyormuş,ileri vakalarda yorgunluk, iştahsızlık, sinirlilik, baş ağrısı, sinüzit, orta kulak iltihabı veya bronşit veya astım gibi hastalıklara dönüşebiliyormuş.yeri gelmişken belirtmek isterim ki astım krizlerini azaltmada en işe yarayan yöntem,taze acı bibermiş.düzenli bir şekilde taze acı biber yemek astım krizlerini azaltmada önemli bir yere sahipmiş.Bol miktarda taze soğan ve sarımsakla birlikte yenilirse acı biber etkisini daha çabuk göstermiş.birkaç damla acı sos katılmış bir bardak su içmek bile astıma oldukça iyi geliyormuş.ayrıca kahvenin içinde bulunan bir maddenin de astım krizleri üstündeki azaltıcı etkisi kanıtlanmış.özellikle sert filtre kahveler bu konuda oldukça etkiliymiş.Omega 3 yağ asitleri içeren besin maddeleri tüketmek de astım adına yapılacak iyileştirici bir yöntem.bu asitleri en çok içeren maddeler ise bildiğiniz gibi balık ve ceviz.(tabi balığa alerjik olanlar dikkat etmeliler!) ileri vakalarından ziyade zaten hapşırma,kaşıntı derken insanın canı fena halde sıkılıyor.ben kendi adıma bu kaşıntılar için antihistaminik bir ilaç kullanıyorum.o beni bayaa bir rahatlatıyor.yoksa gerçekten insanın hayat enerjisini düşürücek derecelere varabiliyor bu hapşırmalar,kaşıntılar.yaşadığınız şehirle de ilgili olan bu rahatsızlık insanların çalışma hayatlarını da bu aylarda hayli etkilemekte.bazı ülkeler bu konunun öneminin farkında olup hava durumlarının içinde ülkelerindeki şehirlerin polen haritalarını bile veriyorlarmış,süper ya :)ama polen etkisini azaltmak için bazı yöntemler önermişler ben de elden geldiğince onları sizinle paylaşmak isterim:
  • polenler en fazla sabahları saat 05.00 ile 10.00 arası uçuşuyorlarmış.bu saatlerde açık havaya çıkmayı önermiyor uzmanlar.bu saatler özellikle işe,okula gidilen saatler olunca kendimizi korumak adına özellikle ağızdan nefes almak yerine sadece burnumuzdan nefes almalıyız bence.
  • kıyafetlerimiz ve özellikle saçlarımız polen ve tozları çok tutarmış.o yüzden kıyafetleri değiştirip saçları da her akşam yıkamalıyız bu aylar içinde(ama üşütmeyin sakın ha!)
  • polen zamanı evinizdeki cam ve kapıları kapatmayı öneriyorlar uzmanlar.
genel anlamda bu maddelere dikkat edersek işin korunma yolunu başarabiliriz.ben kendi adıma dediğim gibi ayrıca bununla ilgili doktor tarafından verilen bir ilaç kullanıyorum.sizin de eğer bu konuyla ilgili rahatsızlığınız varsa doktor kontrolünden geçmeniz yararınıza olacaktır.10-12 yaşlarımdayken alerjik astım nedeniyle 4 sene boyunca Ankara Hacettepe hastanesinde aşı tedavisi görmüştüm.günümüzde artık daha kolay yapılan bu alerji testleri sizin neye karşı ne derecede alerjik olduğunuzu belirlemeye yardımcı olacaktır.bunun sonucunda ise alerji hassasiyetinizin olduğu maddeler bulunup bununla ilgili vücudunuza belirli oranlarda bu maddeler verilir ve böylece azar azar o maddeye karşı alerjiniz yok edilir.ben zamanında bu testleri yaptırdığımda bende başlıca; ev tozu,domates,kuruyemiş,.. gibi maddeler çıkmıştı.4 sene süren aşı tedavimden sonra artık çok hafif bir toz uçuşmasına soluk alamayan ben ev temizleyebiliyorum ya da eskiden tek bir fındıktan veya domates diliminden nefes darlığı başlarken şimdi hepsini tüketebiliyorum.o yüzden size naçizane tavsiyem alerji testi yaptırmanız.en azından neye karşı alerjik olduğunuzu bilmeniz sizin yararınıza olacaktır.hepinize iyi ve sağlıklı bir hafta sonu diliyorum...

21 Nisan 2009

buralardayım...



uzun süredir yazmadım dimi haklısınız aslında buralardayım,her gün sayfama girmeme rağmen gelmedi işte ilham perileri napabilirim :)şimdi de gelmişlikleri yok ama biraz yazayım buralarda olduğumu bilin istedim.sınava az kala ders çalışmaya çalışıyorum.evet özellikle bu cümleyi kurdum çünkü zaman zaman sadece çalışmaya çalışıyorum.ders çalışmak ciddi dikkat ve özen gerektiren bir süreç.bir de benim gibi "yok bulunduğum oda çok sıcak olmasın,çok soğuk olmasın,yok dağınık olmasın..."demeye başlayınca biraz daha zor olabiliyor.okuduğunu anlama yeteneğinme oldum olası güvenmişimdir yani genelde okuduğum cümleyi ne kadar bilimsel olursa olsun 2.kez okumama gerek kalmadan beynime kaydederim çok şükür.böyle olmasına rağmen verimli olamıyorum işte kafamı toparlayamıyorum zaman zaman.nolur duanızı eksik etmeyin bu aralar.kişi adına yapılan dualar ne kadar önemli çok iyi biliyorum,o yüzden bu yazdıklarımı okuyanlar lütfen işlerin yoluna girmesi için dualarını göndersinler.kendi adınıza da dualarınızı ihmal etmeyin.okuduğum kitaptan hareketle daha önce bir yazı yazmıştım.istemenin önemine değinmiştim.işlerin kötü gittiği durumlarda durup beklemek gerekiyor evet dünyayla,kaderle savaşmadan direnmeden.ama bu arada hiçbir şey yapmadan oturmak da yanlış.içinde bulunulan durumun rahatsızlığı itiraf edilmeli ve istenmeli.ben okuduğum kitaptan bunu öğrendim.şimdiye kadar işlerin yolunda gitmediği zamanlarda durup beklerdim,sıkıntıyı veren biliyordur zaten diye.hayır işte,meğer öyle değilmiş.büyük bir içtenlikle yönelmek,anlatmak gerekmiş.neyse şimdilik ben kaçar :)bu kadar okuduğunuz için hadi size bir de kıyak yüz maskesi formülü vereyim içimden geldi :)) şaka,şaka..bir ara yazacaktım ama hadi "o ara" bu ara olsun.benim yüzüme inanılmaz iyi geldi.umarım size de iyi gelir.öptüm şekerpareler sizi..:
  • 1 kivi(araştırmalarıma göre kivi içinde bulundurduğu doğal asitler sayesinde cilt uzmanlarınca önemi kanıtlanan bir meyve,adamlar boş konuşmuyorlar bebeeeem :)
  • 1 yumurtanın sarısı
  • 1 tatlı kaşığı zeytinyağı(mümkünse başka sıvıyağ çeşidi değil;çünkü cilde en yararlısı has zeytinyağı)
  • yüzden akmaması için biraz un(bu da mümkünse yulaf unu,yulaf unu cilde inanılmaz iyi geliyor,proselen cildin formülü gibi :) (gerçi yine de katı olmayacak o yüzden çenenizin altında bir havlu peçete bulundurun)

maske ciltte 20 dakika kalacak.sonra ılık suyla ciltten temizlenecek,tamemen temizlendikten sonra soğuk suyla cilte cilt yıkanıp,kurulanıp son olarak da nemlendirici sürülecek.havlunuzla yüzünüzü silerken aşağı doğru değil yukarı doğru suyu emdirin,nemlendiriciyi yukarı doğru hareketlerle cilde yedirin.zaten zamanla yer çekimine karşı koyulmadığı için en azından hızlandırmayalım.(aşk-ı memnu nun firdevsi nebahat çehre cildini yıkadıktan sonra havlu bile sürmezmiş,öyle ıslak gezermiş,bu da dipnot :)

13 Nisan 2009

Türk kadınıyız güzelim...



neden böyle başladım bilmiyorum.galiba resimlerin etkisiyle başladım yazıma o yüzden.(yukarıdaki resimler haşlanmış tavuğun suyunun bilumum çorba,pilavda kullanılmak üzere buz kalıbında dondurulması planının ilk aşamasıdır.tavsiye ederim çok işime yarar her zaman)Türk kadınıyız evet,belki bazen dırdırcıyız diğer milletlerin hatunlarına göre,belki daha basenli,daha bir kalçalıyız;ama işte Türk kadınıyız,lokum gibiyiz maaşallah :) bir kere akıllıyız,her şeye aklımız çalışıyor,en cin fikirler bile bizden çıkıyor.duymuyor muyuz ilginç ilginç hikayeler.altınlarını öyle bankaların güvenlikli kasalarında saklamaz Türk kadınları,evdeki bir büyük kalıp tereyağının içine saklamayı daha zekice buluruz belki :)(altınları dedektör yardımıyla bulan bir hırsız çetesi,bütün tereyağını eritip evdeki bütün eşyaların,koltukların,halıların üstüne dökmüşler;bir de not:sen bizi uğraştırdın,biraz da sen uğraş :))yukarıdaki örnek resimler gibi,sadece suyu dondurmak için kulanmaz buz kalıbını Türk kadınları,tasarrufludur,eşinin bıraktığı harçlıkla geçinirken öğrenir bu ince fikirleri.bütün trafiği alt üst etse de çekilmez işte sol şeritten,deli eder bütün adamları(aman çok umrumuzda değil ya beyefendilerin durumu,sinirden biraz da onlar çatlasın:)mutlaka dedikodu yaparız yeter ki iki kadın bir araya gelmeyelim.hatta misafirlik sonunda laflar bitmez kapıda bile konuşulur.bu kadar haksızlık etmeyeyim tabi kendimize.yardımseverdir mutlaka,"bak ben şöyle yaptım,güzel oldu sen de dene"denir mutlaka biraz birbirimizin işine karışmayı severiz ama olsun her gül dikeni misali hepsi iyilikten iyilikten:)sakınmaz Türk kadını merhametlidir,kıyamaz,ağlar,duygulanır,hüzünlenir.öyle soğuk memleketlerin hatunları gibi süper vücutları yoktur;ama mutlaka onların asla sahip olamayacağı içtenlikle sever kocasını,çocuklarını,...ufak hesaplar yapar aklınca bazen eline yüzüne bulaştırır planlarını;ama ufacık bir sebeple bile mutlu edebilirsiniz Türk kadınlarını.yerine göre karısıdır kocasının her türlü hizmetinde,arkadaşıdır da,annesidir hastalandığında kıyamaz hiçbir kızgın eş kocasına.lokumuzdur yani hakkaten Türk lokumuyuz.kimi zaman dırdırdan bayan ama mutlaka aranılan...sevgiyle kalın lokumlar:)

kusura bakmayın bu yazıyı kendime yazdım hıh!

bu yazı size değil bana :) neden mi?çünkü eminim hepiniz birazdan söyleyeceklerim konusunda bana kızacaksınız.cıkcık ları şimdiden duyar gibiyim.sorunum şu: su içmiyorum :( bu susayıp içmemek değil daha da büyük bir problem.hiç susamıyorum.su içmeden 2-3 gün geçiriyorum biliyor musunuz :( çay içmekten de hoşlanmayan ben,sıvı olarak sadece gün içinde içtiğim 1-2 Türk kahvesi ve belki yemeklerden aldığım sıvıyla idare ediyorum.dedim ya bu yazıyı size değil kendime hatırlatıcı olarak yazdım biraz.su içmem lazım,su içmem lazım,...:)suyla ilgili yazıları araştırırken baktım ki ben tek insan değilim bu sorundan muzdarip.hatta insanlar var ki "hayatsu" internet sitesinde hatırlatıcı olması amacıyla bir program bile oluşturmuş.su ,içmeyi unutanlara sevimli bir hatırlatıcı tık tık(çileğim yardımın için öpüldün:).Antalyalı biri olaraktan,buraların aşırı sıcak olmasına rağmen susamamamı ve su içmememi ben bile anlamıyorum inanın.yazımda son olarak suyun faydalarını yazayım da size ama en çok da bana ibret olsun şekerler. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz'ın bilgileri ışığında suyun faydaları:
  • vücuttaki suyun yüzde 2'sinin kaybedilmesinin yorgunluk, halsizlik, hafızanın zayıflaması, matematik zekasında azalma, konsantrasyon güçlüğüne yol açıyormuş eyvahlar :(
  • okunan yazıya konsantre olunamıyor ve anlamakta sıkıntı çekiliyorsa su içilmesi faydalı oluyormuş.okuduğunu genelde yüksek düzeyde anlayan ben bir de su içsem neler olacak kimbilir :)su içsem belki de deha olucakmışım tüh :(
  • bu bölüm özelliklere siz prenseslere:yeterli miktarda su içmek daha fazla kalori harcanmasını sağlıyormuş.hımm bu beni kalbimden vuran madde :)
  • aç karnına içildiğinde vücuttaki zararlı maddelerin atılmasını kolaylaştırır, cildin nemini ve gerginliğini artırarak kırışıklıkları önler, yumuşaklık ve parlaklık verir:)güzellik önemli
  • selülitten korur.gerçek mi? :)bunu daha önce niye söylemediniz :)
  • sesi güzelleştirirmiş.
  • böbreklerin çalışmasını düzene sokar,idrar yollarını kum ve taş oluşumundan korurmuş.
  • sindirimi kolaylaştırır, kabızlığı önler, balgamın yumuşayıp atılmasına yardımcı olur, ağız kuruluğunu ve ağız kokusunu önlermiş.
  • eklem hareketlerini kolaylaştırır,kilo vermeyi sağlarmış.
  • emziren annelerin süt miktarını arttırıyormuş.
  • kalın barsak, idrar kesesi ve meme kanserinden koruyucuymuş.
  • insan sağlığı için çok önemli olan iyot, kalsiyum, sodyum gibi pek çok mineral de suyla alınıyormuş.
    son olarak günde alınması gereken su miktarının;vücudun büyüklüğü,yapılan iş ve iklimle alakalı olduğunu ama genel olarak bir insanın günde 2 litre(10 bardak)su içmesi gerektiğini öğrendim.ooo 10 bardak su içmek nerde ben nerde?ama üstte yazılanlara baktığımda iş gerçekten çok ciddi :(o yüzden hemen gidip bir bardak su alıyorum şekerler...su için,su içirin lütfen(özellikle benim gibilere:)

12 Nisan 2009

kelebeklerin azizliği ve hikmeti :)

evet evet farkındayım,bloğuma geldiğinizde şablonu beğendiğinizi duyar gibiyim.dün geceki çabalarım sonucu şablonla ilgili birçok yenilik öğrendim.şablonda değişiklikler nasıl yapılır,arka plana nasıl resim eklenir,hangi çeşitleri vardır,vb...tabi bunlar bana vahiy yoluyla gelmedi.önceki yazılarımdan biliyorsunuz.hareketli kelebeklerle ilgili problemim vardı.onları bir türlü kaldıramıyordum başlıktan(hoş hala kalkmadılar ama :)bunun için türlü yollar denedimse de olmadı.arkadaşlara,eşime aklıma gelen herkese sordum yok,yok.hatta dün bloğu kapatıp yeni bir blog açsam mı diye bile düşündüm.ama kıyamazdım yazılanlara.onların bir yanlışlık sonucu kaybolmalarını istemezdim.yazılarım çok sayıda olmasa da yine de benim yazılarım işte kıyamıyorum onlara :) işte sesimi duyan sevgili "serrose" bana ge-ce'nin yardım edebileceğini söyledi.sevgili ge-ce nin bloğunu okurken "kendi şablonunu kendin yarat" yazı dizisini fark ettim.blogla ilgili birçok yenilik öğreten "ge-ce"ye sevgilerimi ve teşekkürlerimi gönderiyorum.görebileceğiniz gibi kelebekler hala kalkmadılar :) ilginç bir şekilde silinmiyorlar.ama bakın onlar sayesinde ne güzel yenilikler geldi siteye.her işte bir hayır var lafı buraya yakışıyor gibi ne dersiniz :) ve son olarak size bir farkındalık şiiri gönderiyorum.umarım beğenirsiniz.iyi pazarlar...
farkında olmalı insan...
bir damlacık sudan yaratıldığını fark etmeli....
Anne karnına sığarken,dünyaya neden sığamadığını
ve en sonunda bir metrekarelik yere
nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli...
henüz bebekken dünya benim dercesine
avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
ölürken aynı avuçların
her şeyi bırakıp gidiyorum işte dercesine,
apaçık olduğunu fark etmeli...
Ve ona göre yaşamalı....

9 Nisan 2009

uf ya çok lezzetlilerdir eminim...


sizi bilmem ama ben müthiş bir kahve hayranıyım.aromalıları,gelenekseli,karışığı,sadesi derken yelpazem bayaa bir genişliyor.ama ben her türlü kahvenin tadına bakmaya çalışan,kahve içmediğim bir günümün dahi geçmediği birisiyim.kahve denilince aklıma gelen her şey de tabi ki benim için ilgi alanıma direk giriş yapıyor:kahve fincanları,cezveler,kahve makineleri,....yurt dışında yaşamanın zorluklarını düşünürken oraya gitmeden önce aklıma gelen sorulardan biri bile kahveyle ilgiliydi."acaba Türk kahvesi var mıdır oralarda?"benim kahve tutkunu olduğumu bilen sevgili eşim ben bu soruları kendi kendime sorarken benim aklımı okumuş gibi "ben baktım buradaki markete kahve varmış" demişti.siz anlayın yani durumu :) bavula bile son olarak cezveyi koyduğumu da ekleyeyim tabi ki :) aromalı olanlar da ayrıca bir lezzetli.her tür tatla kahveyi birleştirmeleri beni kalbimden vurmalarına sebep oluyor.bir bardak kahveye biraz tuzlu bir fiyat ödemek gerekse bile bu kahve sektöründeki mağazalara asla ve asla laf söyletmem :) sayelerinde gerçekten kahve keyfi yapabiliyoruz.alışamadığım bir tat varsa o da sanırım buzlu kahveler.kahve:sıcaklık gerçeği ben de değişmez ve sarsılmaz bir gerçek bunu denemelerimle de anladım ki kahve sıcak olur kardeşim :) özellikle latte,cappucino gibi köpüklü olanların sunum şekilleri de ilgimi çekmiştir.gerçek hayatta değil ama sanal ortamda bu şekillerin yapılmasına hayran kaldığım resimler oldu.sizlerle de paylaşmak istedim.hımmm,görüntüleri bir enfes tatları kimbilir nasıldır yaw şunlara bakar mısınız,içmeden önce mutlaka fotoğraflamak lazım.herkese afiyet olsun :)

7 Nisan 2009

yardım istiyoruuum :(

hay yarabbim,dedim bir değişiklik olsun.bahar geldi dünyamıza,bloğuma da gelsin demiştim.hay demez olaydım.aslında çabam güzel adımlarla başladı.etrafı pembişler,fıstıki yeşiller,aşk lilalarına bezedim.yani bloğun renklerini oynadım.buraya kadar her şey normal dimi?ama gel gelelim bir de bloğumda kelebekler uçuşsa nasıl olur dememe kalmadan ilk denememde kelebekler geldi yapıştı bloğuma bir virüs misali.sizler bu yazıyı okurken üstünüze üstüne uçuşan kelebekler biliyorum ki rahatsızlık verici.çok üzgünüm ama inanın onları kaldıramıyorum.yani başlığa koyduğum bu kelebek resmini değiştiremiyorum.bir deneyeyim nasıl durur dememe kalmadan aman yarebbim yapıştı kaldı.bu konuda çeşitli çabalarım da sonuşsuz kaldı.sevgili eşimden yardım istedim, yok o da olmadı.yaw ben napıcam şimdi?tabiki çok büyük bir sorun değil,ama işte gözüne gözüne uçuyor kelebekler.bir de başlığımı kocaman yaptı ki sayfa açılımında sadece başlık görünüyor ekranda.tek umudum bu yazımı okuyup bana yol gösterecek blog sahipleri.sesleniyoruuuum lütfen sesimi duyun.şimdiden teşekkürler...

6 Nisan 2009

isteyin,mutlaka sizi bulacak!


sürekli mekan değiştiriyorum.şimdi de akdenizden sıcak meltemler gönderiyorum sizlere.hayat taşlarının bir türlü yolunu yönünü bulamaması bizleri de oradan oraya savuruyor denilebilir.aslında belki de hayatın kendisi böyle.inişli çıkışlı,dalgalı deniz gibi.bunu fark ettiğimde bayaaa büyümüş bir insandım.hayatımdaki düzen alt üst olunca ve ben bu gidişata alışma yollarını ararken düşünmüştüm."evet,hayat inişli çıkışlıymış!" bunu bir akrabam aracılığıyla tanıştığım bir psikoloğa söyleyince adam bana güldü ve : "işte hayatı doğru anlamışsın,ne her zaman tek düze ne her zaman hareketli.bazen sakin bazen deli."işte değişiklikleri seven ama değişikliklere öncelikle önyargılı olan ben hala ve hala hayatımın yoluna girişini bekliyorum.belki de ben böyle direndikçe hayat da karşımda direniyor,güçleniyor ve çözülmüyor bilmiyorum.ben yanlışları,hataları,problemleri kafaya taktıkça onların çözümsüzlüğüne üzüldükçe onlar da daha bir güçleniyorlar.çok ilginç!en azından sorunumu buldum.yakında çözümü de bulacağım inanıyorum!bugünlerde hatırlayacağınız gibi hala kpss'ye çalışıyorum.zaman zaman sekteye uğrasa da çalışmam gayet iyiyim,öyle hissediyorum.umarım bu düşünceler sınav günü de benimle olurlar :)bu arada hayatımdaki aksaklıkların yarattığı sıkıntılarla ilgili sorularıma cevap aradığım günlerden birinde cevap beni buldu belki de.bir arkadaşımın önerisiyle aldığım kitabı okuyorum bir yandan kpss dışında.hayata karşı hissettiklerimle sorduğum sorulara cevap oldu resmen bu kitap.bugünlerde yanımdaki insanlara kitaptan satırlar okumak,uzaktakilere ise kitabı tavsiye etmekle geçiriyorum kimi zamanımı.muhammed bozdağın "istemenin esrarı" adlı kitapta sorularıma yanıtlar arıyorum,hayatı sorguluyorum,ölçüyorum,biçiyorum,tartıyorum biraz da akışına bırakıyorum.benim gibi bir insanın hayatı akışına bırakması şimdilik zor görünüyor;ama başaracağıma inanıyorum.bir gün mutlaka bırakıcam size söz :) antalyadan sevgiler...

12 Şubat 2009

olayların üstüne üstüne!


uzaklardan yazıyorum yine..saat gece 01.31 evdeki bütün bireyler uykularında belki yeşil kırlarda koşarkene ben ise uykumun yavaş yavaş gelmesine aldırmadan nette geziniyorum.aslında netin başına birkaç saattir çalıştığım eğitim psikolojisinde anlamadığım bir konu yüzünden oturmuştum; ama tahmin edersiniz ki netin başına oturunca kalkamadım.o sayfa bu sayfa derken kendi sayfama da bir bakıyım ee hadi biraz da içimi dökeyim dedim.iç dökme faslı da değil gibi aslında.dün itibariyle kpss denilen şu illetten kurtulmam gerektiğindeki bütün düşüncelerim bir oldular ve önüme üşüştüler.ben de onların sesine bu sefer! kulak tıkamayıp başladım çalışmaya.son 4 senedir öğretmenlikle o kadar bütünleşen ben şimdi tekrar başa dönüp ders çalışmaya başladım.olayların kötü yönlerini görüp sürekli mutsuz olmaya alışan bünyemi bu sefer ikna ettim ve bulunulan sıkıcı durumu kendime ders çalışma zamanı olarak ikna ettim.büyük bir çoğunluğun en büyük sıkıntısı olan bu sınavla başa çıkabilme yollarının en mantıklısı olan ders çalışmaya başladım.son durumlar böyle.erikson,piaget,freud...bunlarla haşır neşirim bu günlerde.umarım bu ders çalışma heyecanım sınav gününe kadar hiç azalmaz ya rabbim! son olarak a.r.o.g tan bir alıntı BU MAÇI ALICAZ BAŞKA YOLU YOK! iyi geceler ve esenlikler sunarım :)

6 Şubat 2009

tuhaf bir hikaye...


şu günlerde vizyona girecek olan bir film: benjamin button.internetin sihirli güçleri sayesinde vizyona girmeden izlediğim ve izlemekle kalmayıp hayran kaldığım bir yapıt..yaşamın tersinden başlayıp bizim için ilk olan noktada son bulmasını anlatan harika bir film.yaşlı,yorgun bir şekilde doğan ve günler geçtikçe gençleşip başa dönen bir adamın hikayesi.en iyi film dahil 13 dalda oscar adayı olan, başrollerini brad pitt ve cate blancett'in paylaştığı bu harika film için çok fazla söylenecek şey yok.sadece izleyin...şiddetle tavsiye edilir :)

adam olacak mısın?


uzun zaman oldu dimi görüşmeyeli..ne anlatabildim yaşadıklarımı ne de dinlemene izin verdim beni..uzaklardayım,karmaşığım o yüzden yazamadım,gelemedim karşına, anlatamadım.çünkü ben de inanmıyordum bunları yaşamam gerektiğine.o yüzden gelemedim,üzgünüm...hayat...insanı nerelerden alıp nerelere getiriyor.acaba doğru mudur demeden bir karmaşanın içine atıyor.şu an uzaklardayım dedim ya.hepsi birer zorunluluk yaşananların,mutlu muyum?iyiyim gibi.ne bileyim..ama daha iyi olabilirdim galiba.yine de bulunduğum durumdan mutlu olmaya çalışıyorum,her şeye rağmen.ufak da olsa bir ışık görmeye çalışıyorum.size zor gelen olayların,verdiğiniz emeklerin başkaları tarafından küçümsenmesi ne kötü! her bireyin bu dünyada farklı bir duruşu,farklı hayalleri var.hayattan bizi daha güçlü,daha sabırlı insanlar yapmasını dilediğimizde bunu kolayca yapmak yerine uzun yolu tercih ediyor.dayanılması zor olaylar,çooook sıkıldım artık dediğimiz mekanlar, problemli insanlar gönderiyor.bunlara dayanma süresince de bizi eğitiyor,büyütüyor.böylece daha sabırlı,daha olgun insanlar oluyoruz.her bir zorlukla burnumuz sürtüle sürtüle...yani her şeyin bir nedeni var gibi.bu taraftan bakınca olaylara, biraz daha indiriyorum kızgınlıkla bakan kaşlarımı..ne diyim,hayat devam ediyor,herkese ve her şeye rağmen...